16 Haziran 2025 Pazartesi

Yenilebilir Şehir Ciddi Oyunu: Sempeter Pri Gorici Slovenia

Yanlış yazmadım; yenilebilir şehirleri ciddi oyunla tasarlamanın bir yolu mümkün. "Yenilebilir Şehir", şehir planlaması ile kentsel tarım yaklaşımlarını birleştirerek doğayla daha uyumlu ve sürdürülebilir bir kent yaşamını hedefleyen bir kavramdır. 

Nedir yenilebilir şehir tasarımları? 

Kamusal alanda betonların içine gömülmüş kentlere nefes aldırmak, gıda erişimini mümkün kılmak, şehir tasarımlarında vatandaşların yeşil kamusal alanlarda tüketebileceği ve üretebileceği meyve-sebze bahçelerine yer açmaktır. Bir nevi kır ve kent arasındaki topraktan kopuşu, kentlerde yeniden onaran bir yaklaşımdır. 

Bu model; parklar, kaldırımlar, okul bahçeleri, boş arsalar gibi alanların gıda üretimi için değerlendirilmesini öngörür hatta bir kafe bile yenilebilir bir konseptte dizayn edilebilir, halk bahçeleri, dikey tarım, çatıda tarım, kamusal meyve ağaçları ve yenilebilir peyzaj gibi uygulamalarla görünür kılınır. Gıda güvenliğini artırmak, kentsel sürdürülebilirliği desteklemek adına vatandaşların aktif katılımını da davet eden yeni bir yeşil kamusal yaşam kültürüdür. Şimdi size Sempeter Pri Gorici bölgesindeki pilot bir ciddi oyun deneyimini kısaca tanıtayım, aşağıdaki görsel ciddi oyundan alınan tek bir kareye ait. 

Görsel 1: Sempeter Pri Gorici Slovenia Serious Edible Game

Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=BHm_flGYe9E 

Sempeter Pri Gorici pilot bölgesinde uygulanan, bir kamusal alanın yeşillendirilmesini hedefleyen model, yenilikçi ve katılımcı bir yönetişim pratiği olarak öne çıkmaktadır. Bu uygulama, vatandaşların Gorici bölgesini bir tür ciddi oyun aracılığıyla planlamalarına olanak tanımıştır. Oyunlaştırılmış bu sistem sayesinde katılımcılar, oyun içinde ağaç dikebilmekte, su kaynaklarını yönetebilmekte, karbon salınımını azaltıp, oksijen üretimini arttıran oyun modülleriyle bu kararların maliyet, çevresel ve ekonomik etkilerini doğrudan gözlemleyebilmektedir. Model, özellikle sosyo-ekolojik dönüşüm açısından insan-gıda bağlantısı vizyonuna ve sosyal-mekânsal dönüşüme yeni bir vizyon sunmuştur. Bu uygulama özelinde şehir plânlamasının vatandaşlar tarafından da görünür olmasını mümkün kılmaktadır. Bu ne demek? Örneğin bir vatandaş, A mahallesindeki ağaçların sokak için yeterince fazla olduğunu düşünerek belediyeden bir müdahale istemektedir, ancak bu müdahalenin dışsal etkisinden habersiz olabilir. Ya da başka bir vatandaş A mahallesine taziye evi ya da buna benzer bir bina yapılması talebinde bulundu, bu durumda binanın yapımı için ayrılacak kaynağın tutarını, bu bina yerine alternatif çözümleri ya da bina için harcanan suyun miktarı ile ortaya çıkan karbon salınımlarını oyun oynarken görebilecektir. Bu durum vatandaş - belediye arasındaki asimetrik bilginin aşılması konusunda bir alternatif olabilir. Ayrıca bir belediye yönetimi, kentin ihtiyaç duyduğu öncelikli meseleler hakkında buna benzer uygulamalar geliştirebilir. Belki konu çevre olmayabilir sosyal yardımların eğilimi olabilir ya da eğitim konusunda ihtiyaç duyulan önceliklerin neler olabileceği tartışmaya açılabilir. Böylelikle farklı birimler bazında, yerel talep bilgilerini güncel tutabilir. 

Genel bir bakışla; bu ciddi oyun deneyimi, uygulamayı belli bir farkındalık düzeyine taşımaktadır. Belediye yönetimlerinin yenilebilir şehir anlayışı konusundaki eylem plânları; yurttaşları ekonomik açıdan tüketici konumundan üretici konumuna taşıyabilir. Kentte yenilebilirliğin sistemli bir şekilde düzenlenmesi insanın üretme arzusuna, doğayla anlamlı ve sürdürülebilir bir ilişki kurma çabasına yanıt verebilir. Şehirde üretim yapma imkânı, bireyleri sadece tüketici olmaktan çıkararak, kamusal yaşamın aktif öznesine dönüştürür. Dahası, yenilebilir şehirler adil gıda dağılımı için gerekli fiziksel ve sosyal altyapıyı sağlayarak gıda yoksulluğuyla mücadelede bir araç olabilir. Yolda yürürken ya da kamusal alanda dinlenirken bir meyveye erişilebilirlik meselesi, gıdanın metalaştırmaktan öte onu  demokratikleştirir. 

Bu yönetişim modeli, ortak malların ve kamusal alanın yönetimine dair geleneksel anlayışlara alternatif bir perspektif sunabilir. Kamusal kaynakların yalnızca piyasa ya da devlet düzenlemeleriyle değil, yurttaş temelli yönetişimle de sürdürülebilir bir şekilde yönetilebileceğini gösterir. Ayrıca, bu yaklaşım, kentli hakkını gözeterek onları kamusal alanın doğal koruyucuları olarak konumlandırır. 

Kaynaklar

Pueyo-Ros, J., Comas, J., Säumel, I., Castellar, J. A., Popartan, L. A., Acuña, V., & Corominas, L. (2023). Design of a serious game for participatory planning of nature-based solutions: The experience of the Edible City Game. Nature-Based Solutions, 3, 100059.

https://www.youtube.com/watch?v=BHm_flGYe9E

https://cordis.europa.eu/project/id/776665

https://www.edicitnet.com/wp-content/uploads/210812-globalflyer-en-web.pdf



15 Haziran 2025 Pazar

Yapay Zeka Destekli Sohbet Robotu: Bağcılar Belediyesi BAGBİ

Türkiye Bilişim Derneği'nin yayınlamış olduğu bir raporda yer alan yerel yönetimlerde yapay zeka kullanımına yönelik gerçekleştirilen bir vaka çalışmasından bahsetmek istiyorum. Bu blog yazısı raporda yer alan vaka çalışmasının yönetişim boyutuyla özetini yansıtmaktadır. Amacım, belediyelerin ve akademisyenlerin bu konuyla ilgilenenlerin farkındalığını arttırmak ve burada vaka arşivi oluşturmaktır. Uygulamayı yönetişim boyutuyla ele alıp kamu maliyesi açısından kısa bir değerlendirmeyle tanıtacağım.

Nedir BAGBİ ? 

"Bağcılar Belediyesi tarafından uygulamaya konulan BAGBİ YZ Destekli Sohbet Robotu, YZ tarafından desteklenen, vatandaşla sorunsuz iletişim yönetimine izin veren, kurum içerisindeki tüm dijital kanallara ve uygulamalara kolayca uygulanabilen özerk, gerçek zamanlı mesajlaşma aracını içeren bir projedir" (Türkiye Bilişim Derneği, 2024). 

Kaynak: Türkiye Bilişim Derneği, Kamuda Yapay Zeka Uygulamaları, 2024.

BAGBİ, belediyenin tüm dijital platformlarına kolayca entegre olabilen, gerçek zamanlı ve özerk bir mesajlaşma sistemi sunmaktadır. Uygulamanın temel amacı; vatandaşlarla kesintisiz ve anlaşılır bir iletişim kurarak; kamudaki iş yükünü hafifletmek ve modern yönetişim anlayışını güçlendirmektir. Bu uygulamada vatandaşlar, sohbet ekranına girdiğinde, belediyeye yönelik borç durumunu, imar bilgilerini ya da rayiç değer sorgulamasını hızlıca yapabilmektedir. 2022 yılında hizmete sunulan BAGBİ, kamuda yönetişim, kalite, verimlilik ve sürdürülebilirlik kriterlerini önemseyerek gelecek senaryolar için Metaverse kullanmayı plânlıyor. 

Sonuçlar ?

Vatandaşlar tarafından sorulması muhtemel 500 sorunun yanıtı sisteme yükleniyor ve böylece personel aynı soruları yanıtlamak yerine farklı işlere yönelebiliyor. 2023 yılı boyunca vatandaşlar tarafından bu sisteme 320 bin mesaj gönderilmiş, 2024 yılında bu sayı %144 gibi büyük bir artışla 783 bine ulaşmış. Projenin başlangıcından bu yana yaklaşık 250 bin farklı kullanıcı ile toplamda 510 binin üzerinde diyalog gerçekleştirilmiş. Bu iletişim yoğunluğu -çağrı ve başvuru merkezinin yükü- yapay zeka ile hafifletilmiştir. Raporda söz konusu iş yükünün 570 iş gününe tekabül ettiği ifade edilmiş; bu işlemlerin YZ ile gerçekleştirilmesiyle 570 iş günlük iş yükünden tasarruf edilmiş. Ayrıca, uygulama tıpkı bir eylem araştırması stratejisiyle sistemli bir döngüde defalarca onarılmış; açıklık ve anlaşılırlığı temin edebilmesi için uygulama iyileştirilmiştir böylece  %90 gibi bir oranda güvenilirliği test edilmiştir. 

Sistemde gerçekleşen bu kolaylık belediye açısından veri havuzu oluşturmakta ve yerel halkın taleplerinin ne yönde olduğunu göstermektedir. Nitekim, 2024 yılı verilerine göre sistem üzerinden toplam 124.298 farklı diyalog kurulmuş durumda. İletişim yoğunluğunun en fazla olduğu aylar ise Ağustos - Eylül olarak ifade edilmiş. Vatandaşlar bu zaman diliminde belediyeye en çok kırtasiye yardımı için başvurmuş. 

Bir Değerlendirme

Bu deneyim, etkinlik ve ekonomiklik ilkelerine dayalı kamu maliyesi anlayışının dijital araçlarla nasıl pekiştirilebileceğine yönelik yeni bir tartışma alanı açmıştır. Fiziksel başvuru zorunluluğunu ortadan kaldırmayı hedefleyen bu sistem, yaş, engellilik durumu ya da mekânsal sınırlamalardan bağımsız bir erişim imkânı sunarak hizmette adalet ve "dışlama"yı ortadan kaldırabilecek bir potansiyel sunmaktadır.
Bu deneyim, temsil, internete erişim, yaş ve siyasi dezenformasyon gibi kemikleşmiş sorunlarımıza yönelik çözümde merkezi yönetime ve yerel yönetime düşen görevlerin neler olabileceğini de tartışmaya açmıştır. Merkezi yönetim ve yerel yönetimler arasındaki yetki ve kaynak dengesi nasıl kurulacaktır; veri alt yapısı için gerekli olan yatırımların merkezi yönetim tarafından sağlanmasıyla merkezileşme eğilimlerinin yeni yüzü; yetki devri ve düzenleyici rollerin yeniden değerlendirilmesi,  yerel kapasitenin mali gücü özellikle personel eğitimi ve yeni yatırımlar için gerekli olan bütçeler ne ölçüde yeterli olacaktır? Yapay zeka bütçe sınıflandırma kodlarının özel başlıkları ne olacaktır? Çıktı - etki analizi nasıl yapılmalıdır? 

Sizi bu sorularla baş başa bırakıyorum. 

Kaynak

Kamuda Yapay Zeka Uygulamaları, (2024), Türkiye Bilişim Derneği, Bölüm 03: Yapay Zeka Çalışması: BAGBİ https://www.tbd.org.tr/pdf/kamubib-calisma-grubu/kamuda-yapay-zeka-uygulamalari-2024.pdf



6 Haziran 2025 Cuma

Yerel Mali Sosyoloji

Pıerre Bourdıeu, Loic Wacquant ile birlikte kaleme aldığı Düşünümsel Sosyolojiye Davet adlı kitabının “Sosyoanaliz Olarak Sosyoloji” başlığı altında (2.Bölüm Chicago Semineri) katılımcı nesnelleştirmeyi tartışarak Homo academicus’un öz değerlerini yeniden hatırlatmıştır.

Bourdıeu, “Homo academicus” kavramı ile akademisyeni salt bilgi üreten bir özne değil, belirli bir sosyal alan içinde konumlanmış, habitus’u olan, stratejik ve sembolik sermaye ile hareket eden bir aktör olarak değerlendirmiştir. Homo academicus’un en dikkat çeken özelliği, akademik alanda tarafsız olmadığı; aksine “ortodoksi” (mevcut iktidarı temsil edenler) ve bir “heterodoksi” (yenilik getirmeye çalışanlar) çatışması barındırdığını ifade etmiştir. Nitekim de bu çatışmadan doğan adımlar akademinin bazen yerinde saymasına sebep olurken bir yandan da sınırlarını genişletmek istemeyen akademisyenlerin kendiler için bir çeşit farkındalık oluşturmaktadır. Ancak Bourdıeu bu eserin kendisine en başından eziyet olacağını itiraf etmekte ve şunları söylemektedir;


Akademi hepimiz için, var olduğumuz potansiyellerle yeniden yorumlanmaya açık bir hale gelebiliyor; araştırma sorularımız ve bununla şekillenen araştırma yöntemimiz, teorik perspektifler ya da pratik alanlardaki deneyimsel odaklar… Gün başlarken ya da günün sonunda akademik hesap verilebilirlik konusunda akademisyenlerle çatışma yaşamış, derdini anlatamamış, anlatsa bile “saha” diye yaftalanmış bir dizi anlamla yeniden sorgulanacak alanlara aşina olmaya hazır ve nazır bırakılıyoruz. Ancak burada bireysel akademik geçmişimle birlikte şu an aynı soruyu tekrar sormak istiyorum; “Biz akademiyi salt bilgi birimimizi arttırmak amacıyla mı inşa ettik?”  Yoksa, öğretilen her bilginin deneyimsel, düşünsel ve bağlantısal bir forma getirilmesini sağlayıp ben de dahil olmak üzere tüm öğrencilerin bilgi üretimininin aktif birer paydaşı olarak mı görülmeliydik?

Tam da bu noktada Bourdıeu, Homo academicus’un deneyselliğin bir parçasıyken nasıl da katılımcı nesnelleştirme halini aldığını açıklıyor;




Katılımcı nesneleştirme gibi süreçlerde öğrenciler sadece "not" almak için değil, toplumsal bir meseleye çözüm üretmek için öğrenirler. Bu da onları sahici yurttaşlara ve yenilikçi profesyonellere dönüştürür. Ben de bugün okuduğum bu pasajdan ilham alarak yeni bir ders uzantısı oluşturdum. Yeni dersin gerekçesi hem alışılmışın dışına taşabilmek hem de yarının siyasi liderlerine yaşadığımız toplumun değerlerini, önceliklerini ve güç ilişkilerinin haritalandırdım. Bununla birlikte sosyal bilimlerin dinamiğinde yer alan “insan”ın sadece teknik bir uzantı olmadığını hatırlatmak ve kentlilerin güncel sorumluluklarını yeniden hatırlatmak istedim.

 Öyleyse bu yazıda sizleri prototip bir Yerel Mali Sosyoloji dersi ile baş başa bırakıyorum;

Yerel Mali Sosyoloji

Mübadele Teorileri ve Oylama Davranışları

Bütçe Süreçlerinde Sembolik Mübadele

Yerel Vergileme ve Mali Haklar Tartışması

Maliye ile Popülist Müdahaleler Arasındaki Gerilim

Güven, Hesap Verebilirlik ve Sosyal Sözleşme

Mikro–Makro Bağlantılar: Mahalle Talebi ile Stratejik Plan Uyumu

Katılımcı Bütçeleme: Sayılara Ses Katmak

Bütçe, Temsil ve Güç

Sınıf, Mahalle ve Hizmet Adaleti

Kutuplaşma ve Katılım Korkusu

Dijital Vatandaşlık

Açık Veri Portalları

Yönetişimde AI Kullanımı

Uygulama Modülü

Teorik

Pratik

Etki Değerlendirmesi

Mali Şeffaflık Denetimi

Stratejik Plân, Faaliyet Raporu

Kamu Kurumları Strateji Plânlama Birimi Personeli Yetkinliği

Kurgusal Ütopya

Dijital Katılım Plâtformu Tasarımı

Ciddi Masa Oyunları

Living Lab & Sürdürülebilirlik Merkezleri Yetkinliği

Kavram Eşleştirme Atölyesi

Kent Senaryoları

Kavramları Sahayla Eşleştirme Yetkinliği

 Yerel Mali Sosyoloji dersinin temel argümanı; yereli, kentlilerin sorunları ve sorumluluklarını mali – sosyolojik boyutuyla yeniden düşünmeye odaklanmaktadır. Ortak kamusal alanın kavramsal, teorik ve uygulamalı bir bağlamda yeniden tartışılmasına imkân tanımaktadır. Bu çalışma, yerel sorunları görünür kılmak, tartışmak ve çözümleri yeniden üretmek için uygulamalı, katılımcı, eleştirel bir ders yapılanması modeline yönelik prototip bir model önerisidir.

Bu bir ütopya gibi görülebilir ancak kamusal alanı verimli kılmak adına ülkede yetiştirilmeye niyet edilmiş her üniversite öğrencisinin soyut kavramsal dünyayı, somut problemli dünyayla eşleştirmesine yardımcı olacak bir ders yapılanmasıdır. 

 

 



5 Haziran 2025 Perşembe

Tipolojiler ve Kamusallar

Alman düşünür Theodor W. Adorno'nun "otoritaryen kişilik" kuramı önemli bir teorik çerçeve sunar. Adorno, Otoriteryan Kişilik Üzerine Niteliksel İdeoloji İncelemeleri adlı eserinde 4. Bölüm - Tipler ve Sendromlar'da; bireylerin, çocukluk dönemlerinde maruz kaldıkları baskıcı, itaat temelli sosyalizasyon süreçlerinin, ileriki yaşamda onları otoriter eğilimlere açık hale getirdiğini vurgulamaktadır. 

Aşağıda yer alan bir alıntıda da görülmektedir ki "Özne ancak, itaat ve boyun eğmeden haz alarak, kendi toplumsal uyumuna ulaşır..." alıntısıyla bu gibi doyumların toplumda, güce tapma, zayıfa karşı tahammülsüzlük, gri alanlara kapalı olma, belirsizlik ve farklılık karşısında kaygı eleştiriye kapalı olma, dogmatik tutum, bastırılmış duyguların dış gruplara (azınlıklar, muhalifler, farklı yaşam tarzları) yansıtılması şeklinde davranış silsilesine dönüştüğü vurgulanmaktadır. 


Bu bireyler için demokratik değerler—çoğulculuk, eşitlik, ifade özgürlüğü—tehdit olarak algılanmaktadır; çünkü bu değerler, onların içsel olarak bastırdıkları korkuları ve belirsizlikleri tetiklemektedir. 


Demokrasiyi algılamanın ve onu yaşatmanın psikopatolojik derinlikleri yönetişimin de bizzat psikolojik boyutunu oluşturmaktadır. İdealize edilen değerler için kriminalize edilen detaylardan arınmak gerekmektedir. Yaşamdaşların kendi duygularını tanıma, ifade edebilme, kendisiyle birlikte diğer yaşamdaşların da kentsel varoluşuna davranışsal ve düşüncel boyutta zenginlik kazandırma konusunda sorumluluk almaları arzu edilen bir durumdur.

Ancak böyle bir ortamın oluşabilmesi için toplumsal düzeyde sakinleştirici bir siyasal zemin, yani huzurlu ve öngörülebilir bir kamu düzeni gerekir. Günümüzde, gerginlik üreten siyasal döngüler, yaşamdaşları kolektif sorumluluklardan uzaklaştırmaktadır. İnsanlar kendilerini kamusal alanda tehdit altında hissetmekte ve sadece kişisel çıkarlarına odaklanmakta, ortak yaşam alanlarını değil özel mülkiyet alanlarını önceliklemekte, dayanışma yerine rekabet kollamaktadır. Bu durumda da piyasa - kamusal alanın sınırları birbirine yaklaşmaktadır. Piyasada geçerli olan kurallar kamusal alanda da geçerli olmaya başladıkça kamu görevlilerinin, görevlerini "topluma hizmet etme bilinciyle" değil, sadece “iş” bilinciyle gerçekleştirmeleri kamu hizmetinde ahlâki bir  zayıflatma yaratmaktadır.

Kamusal özne olan yaşamdaşların kurumsal müşterilere dönüşmesinin köklerinde psikolojik ve sosyolojik detaylar barınmaktadır. Bu bağlamın detaylarında çoğu zaman evde, çocukluk çağında başlayan baskı ve itaate dayalı aile yapılarında büyüyen birey, sosyal uyumu; sorgulamadan, duygularını bastırarak, otoriteyi hoşnut ederek öğrenmektedir. Bu öğrenme kalıbı, kamusal hayata da taşınmaktadır. İşini “yapan” değil “gösteren”, sorumluluğu “üstlenen” değil “aktaran”, bu zihniyet evindeki itaat ve korkuyu, kamusal alanda yeniden üretir. Nitekim, korkunun, kayırmanın ya da sessiz kalanın ödüllendirildiği evde çocuk liyakati değil, güce yakın olmayı öğrenmektedir. Böyle bir zeminde de beklentilerimize, beklediklerimize ve olan bitene bakarız ve şunu söyleriz; 

Liyakat, Evde Başlayan Adalet Algısının Kamusal Alandaki Yansımasıdır

Adalet duygusu geliştirilmemiş kamusal alanlarda başkasının hakkını gasp etmenin sınırlarına yönelik bir kafa karışıklığı oluşmaktadır. Güç odaklı hiyerarşi içselleştirilerek, dayak yiyenlerin daha fazla sustuğu, güçsüzlerin güçlülerin yanına koştuğu,  “hak eden”in değil, “itaat eden”in kazandığı bir toplumda herkes sayısız bir şikayet çemberine hapsolur. Kökleştirilmeye çalışılan demokrasilerde, toplumun refahı arzu edilirken bu refahı zedeleyen algılar, argümanlar bir çeşit meşrulaştırma stratejisine bürünür. Bu da kamusal görevlerde “yetkinlik” yerine “bağlantı” arayan, hesap vermekten kaçınan bireyleri birer birer karşımıza çıkartır. Demokratik bir toplum için gerekli olan yasalar, seçimler bir yana; şefkatli, eşitlikçi ve sorumluluk taşıyan adil bir gündelik yaşantı diline olan özlem daha da derinleşir. 


Daha fazla bilgi edinmek için şu esere göz atabilirsiniz;

Theodor W. Adorno, Otoriteryan Kişilik Üzerine Niteliksel İdeoloji İncelemeleri, Say Yayınları. 



2 Haziran 2025 Pazartesi

Tektonik Demokrasi

Tektonik politika kavramı, jeolojiden ödünç alınan ve sosyal bilimlerde derin yapısal değişimleri, birikimli gerilimleri ve ani kırılma noktalarını anlamlandırmak için kullanılan bir metafordur. Bu metafor, demokrasinin süreklilik gösteren uygulamalarından çok, bastırılmış kamusal talepleri, ahlaki izolasyonları, bireysel menfaatlerin kamusal kaynaklara dönüştürülmesinde çıkarcı bir amaç haline getirilen politik algıları hatırlatmakta; ve bunları “Normalleştirmektedir.”  

Young’a göre siyasal aktörler, kamusal taleplerin sesi olurken bir yandan da gerilimleri yönlendiren, çözümleyen aktörlerin de ta kendisidir. Öyle ki “tektonik demokrasi” istikrarı sağlayamaya çalışan bir yapıda sarsıntı yaratan bir süreç olarak düşünülebilir -metaforlaşmaktadır- Dolayısıyla “tektonik demokrasi”, krizleri ve etik sıkışmaları yönetemeyen, zeminin altındaki toplumsal kırılganlıkları, eşitsizlikleri tanıyamayan ya da tanımak istemeyen denge sağlayan bir rejim değil; gerilimlerin derindeki sebeplerini keskinleştiren, mevcut yapıyı sarsan bir bakış açısıdır.  

Böyle bir tabloda tektonik demokrasinin yarattığı krizler nasıl çözümlenebilir?

  1. Yapısallık: yapısallığın kod referansları nedir; hukuk, bilim, liyakat ?
  2. Siyasal Temsil: Demokratik aktörler temsil edilen değil, temsilin koşullarını değiştirme iddiası taşıyan kurucu - yaşamdaş özneler olarak değerlendirilmelidir. Peki yaşamdaşlıktan anlaşılan nedir?
  3. Yüzey: Demokrasi, yapısal çatışmaları bastırmak yerine, onları görünür kılarak dönüştürme kapasitesine sahip olmalıdır. Bu dönüşümde siyasal rekabetin etik etki konumu nedir ve vatandaşlar bunun neresinde yer almaktadır?

Günümüzde politik rekabet, çoğu zaman karalama kampanyaları, manipülatif bilgi akışları, iftira ve kutuplaştırıcı dil yoluyla işlemez hale gelmekte; bir tür yozlaştırıcı hegemonya savaşına indirgenmektedir. Bu durum, toplumsal talepleri de sessizleştirmekte, gerçekçi taleplere erişimi kısıtlamaktadır. 

Bazı bireyler sessizleşirken bazıları kişisel menfaatlerini önceleyen bir konumda yer almak istemekte; bir partinin siyasal görüşlerini içtenlikle benimsememiş olsa dahi, o partiden maddi, sosyal veya mesleki çıkar sağlamak adına onun politik reklamcılığına gönüllü olarak katılmaktadır. Bu tür pragmatik konumlanışlar, demokratik etikle çelişmekte; kamusal söylemin samimiyet zeminini erozyona uğratmaktadır. Böyle bir çelişkiye şahit olan sessiz vatandaşlar ise içinde bulundukları topluma, millete ve yönetime karşı "umursamaz" bir tavırla mesafe almakta; inandırıcılığını yitirmiş siyasal alan karşısında, toplumsal sorumluluklarını etkisiz görmeye başlamaktadır. Herkesin aşındırdığı değerleri "yeni normal" olarak addetmekte "aykırılıkları" derecelendirerek "o yapıyorsa ben niye yapmayayım" gibi söylemleri gündeme taşımaktadır. Hukuka uygun olan teamülleri ve yaşam rutinlerini "anormalleştirerek" etik dışı durumları reddedenleri "toplumdan ve ilişkilerden" dışlamaktadır. 

Bu iki düzeyli yapıda yaşanan erozyon - siyasal rekabetin etik dışı araçlarla yozlaştırılması, bireysel çıkarların kamusal samimiyeti gölgelemesi ve liyakatin dışlanması - bilgi ve tecrübenin sistematik biçimde kurumların dışına itilmesi - ahlaki ve yönetsel bir sarsıntı yaratmakta; görünürde sürdürülebilir söylemsel yapının içinde karmaşık anlamların hâkim olduğu yeni bir politik zemin yaratmaktadır.

Bu durum, tektonik bir çöküntüyü anımsatan güncel bir kavramı da beraberinde getirmektedir:

.......Tektonik Demokrasi.....


Referans
Young, R. A. (1991). Tectonic policies and political competition. In The Competitive State: Villa Colombella Papers on Competitive Politics (pp. 129-145). Dordrecht: Springer Netherlands.