Akademi

Bu başlıkta benim akademi hakkındaki tartışmalarıma rastlayacaksınız. Bu içerik tamamen şahsi düşünce ve kanaatlerimden oluşmaktadır. Katkı, eleştiri ya da yeniden tartışma yoluyla farklı görüşlerin açığa çıkmasını desteklemektedir. Bu blog sayfasındaki yazıların amacı; akademik süreçlerde fikir sahibi olmak isteyenlere kısmen yol gösterici niteliği taşıyabilir. Bir öğrenci tez konusu bulma konusunda kararsız olabilir; belki de sadece bir cümle onun için ufuk açıcı olabilir. Buradaki başlıkları düşüncelerim biriktikçe yazacağım; teşekkürler.

Tez Konusu Bulma Krizi

"Acaba hangi konuda tez yazmalıyım?" sorusunu sorarken iki hususa bakmak gerekiyor birincisi; hangi konuyu araştırırken saatlerini harcayabilirsin üstelik onu sadece bir tez sorumluluğu olarak görmeden "dert" meselesi haline getirebilirsin... İkincisi ilgilendiğin konu kapsamında okuduğun araştırdığın literatürde eksik kalan yönler neler.. genelde bilimsel araştırmaların sonuç kısımlarında yazarlar konunun şu yönüyle araştırılmasını öneriyoruz diye bir öneri sunarlar. Aslında burası yeni tez konuları hakkında açık bırakılan bir kapıdır. Sosyal bilimlerde tekrar eden araştırmalar, literatür okumanın gerçekten zaman alıcı yönü dolayısıyla öğrenciler danışman hocalarının önerdikleri konu ile ilerleyebilirler aslında burada danışman, zaten öğrencinin yapması gerekeni yaparak literatürdeki eksikliği bilen ve kendi çalışmalarını da buraya yönlendirendir; nitekim danışman da öğrencisiyle birlikte birikerek özgün çalışmalar ortaya çıkartabilir. 

Bana kalırsa tez konusu belirleme süreci yüksek lisanstaki bir öğrenci için daha meşakkatli bir süreçtir ancak doktora sürecindeki öğrenci sık sık makale okuyorsa alandaki eksikliği tespit ederek istediği konuyu çalışabilme yeterliliğine yaklaşmış olabilir. Çünkü artık o, dert edinme meselesi hakkında tecrübelidir; merak ettiği araştırma sorularının peşine uygun metodolojilerle düşmeye hazırdır. Fikrimce, akademi yolunda ilerlemek isteyen bir öğrenci ilgilendiği konuda akademik çalışmalar yürüterek halka halka kazanım içinde olur; her çalışması bir diğerinin devamı niteliğinde ya da aynı temel sorunu merkeze alarak onu çevreleyen ve onunla temas kuran problemlerin yakından takipçisidir. Bu sebeple akademisyenin hali hazırda çalıştığı bir konu bulunmaktayken burada meydana gelen sınırlılıkları açıklamak adına yeni sorular sormaktadır. Bu yeni sorular onun yeni araştırmaları olacaktır. Zannetmiyorum ki "hadi bir konu bulalım da proje yazalım" "hadi bir konu bulalım da makale yazalım" diyebilsin. Bir konu bulma fikrinin altı sağlam temellerle doldurulmamışsa üzerine örülen ağ yapay, ne yazık ki yanlış, eksik, noksan bir yerde konumlanmaktadır. Eğer bir tez yazma fikriniz varsa araştırma sorunuzla uzun süre haşır neşir olun. Onu kahve içmeye davet edin, ona sorular sorun evet araştırma sorunuzla konuşun bir süre her yere birlikte gidin. Araştırma sorunuz yoksa çok okuyun, okuyacak vaktiniz yoksa hızlıca herhangi bir konu seçerek tez yazmak yerine hocalarınızdan görüş, fikir ve öneri alın. Aklınızdaki çalışma alanları hakkında hangi üniversitede hangi hocalar ne çalışmış araştırın gerekirse bir e-posta yazarak öneri isteyin. Eminim size katkı sunmak için çabalayacaklardır. 

Danışman mı Yoldaş mı?

Danışman, sadece kendisine danışılan mıdır yoksa yolda adım adım ilerlerken her iki tarafın kendini geliştirdiği bir süreç midir? 

Ben bu soruya vereceğim yanıtı şöyle temellendiriyorum; eğer bir akademisyen danışman olma sürecine geldiyse o sürece kadar kendisine danışmanlık yapan hocasından öğrendiği "danışman olma" stiliyle öğrenci yetiştirmeye çalışacaktır. Dolayısıyla danışman - öğrenci ilişkisini ebeveyn - çocuk ilişkisine benzetiyorum - istisnai durumlar dışında-. Ancak "yetiştirme" meselesi bazen yüzeysel, bazen derin olabilmekle birlikte danışman kendisine şunu sormalıdır; "gerçekten yetiştirebiliyor muyum?"... Her akademisyenin performans esaslı gelişim hedefleri içinde öğrencileri onlara bazen yük gibi görülebilir ve onların yetiştirilmesinden dolayı bir sorumluluk hissedilmeyebilir.  En kötü durumda öğrencinin açık görüşlülüğüne engel olunabilir ya da en iyi durumda öğrencinin var olan potansiyeli en yükseğe taşınabilir. Bu durumlar karşısında öğrenci kime neye nasıl güveneceğini şaşırabilir. Kendince doğru bildiği yolda güvensizlik hissedebilir yalnız kalabilir ya da dışlanabilir. Belki de tüm bu riskler yerine en iyisi danışmanın uzmanlık alanından bir konuyla ilerlemek herkes için en hayırlısıdır. Zaten asıl mesele de burada çözümlenir; eğer öğrenci - danışman arasında çalışma alanı konusunda farklılık varsa öğrenci farklı danışmana yönlendirilmeli danışman da kendi uzmanlık alanına yakın bir öğrenciyle çalışmalıdır. Ancak akademide spesifikleşen uzmanlık alanları bazen buna bile izin vermeyebilir ! Bu durumda ya "yaz geç tezler" yazılacaktır ya da hem danışman hem öğrenci birbirine destek olacak gerekirse daha fazla çalışacak ve "özgün tezleri" yazacaktır. Biliyorum ki tek mesele bir öğrencinin yetiştirilmesi değildir, makale, ders sorumlulukları, hakemlik işleri, idari görevler, sınavlar, bir de üzerine kongresi, sunumu derken zaman öyle hızlı ve yıpratıcı geçer ki "özgün tezlere" yetecek bir zaman kalmaz. Yeni yetişenler de bu ezberi bozmaz; konforlu bir alandır çünkü burası ve öğrenilmiş bir yargı vardır ki; "herkes herkesi ve herkesin fikirlerini torpil ve adam kayırma ile kollar....". Aksini düşünenler ise daha fazla çalışarak kendilerine yeni bir yol açmaya çalışır. Sırtını başkalarına yaslayanlar için herkesin başarısı, kayırma ile adlandırılarak bir potansiyele sahiptir. Şayet herhangi bir danışmanın, kendi potansiyellerinin peşine düşmeksizin "yap geç" işlerden oluşan bir iş rutini varsa ne yazık ki öğrenci de bunun "normal" olduğunu öğrenecek ve o da akademisyen olunca "normalleri" yaşatacak. Ne kadar karamsar konuştum; bunlar sadece tartışma! Her şey mükemmel olsa da danışman - öğrenci arasındaki iletişim kopukluğu, nesil farkı, anlaşmazlıklar, öğrencinin sorumsuzluğu dolayısıyla ideal bir tez süreci yaşanamayacaktır. Peki öğrenci ne konumdadır? Genelde tez süreçleri büyük bir heyecanla başlar, öğrenciler tez yazma işini ödev yapmaya benzetebilir. Süreç ilerledikçe yeterince sabır gösterilemeyen ve ne yazık ki ekonomik kaygılar yüzünden tezler yazılamaz. Akademide alaylı olamayınca öğrenciler için tez tamamlama süreci boşlukta sallanmak gibidir. Bazı öğrenciler ise işe giderken tezlerini büyük bir gayretle tamamlamaya özen gösterir. Kimi öğrencilerin danışmalarından beklentisi çok yüksektir; onun e-postalarına hemen dönüş yapmasını ya da sürekli onunla ilgilenmesini bekleyebilir; danışman öğrencinin yerine getirmesi gereken sorumluluklarının peşine düşebilir. En nihayetinde danışman hangi öğrencinin tezini tamamlayacağını hangisinin tamamlayamayacağını az çok kestirir. Asıl mesele, tez sürecinde öğrencinin tezine sadık kalması, tamamlamak adına sabırla emek vermesi ve bu çabasını hissettirmesidir. En nihayetinde de tezini ilgiyle yazabilmesi için ilgi duyduğu ve merak ettiği bir konuyu didik didik etmesidir...Gerektiğinde danışmanına bu konuda katkı sunmalı ve onun da ufkunu genişletebilmelidir, bu karşılıklı öğrenme sürecinde danışman, tez öğrencisinin konusunu genişletecek yeni bir araştırma sorusu bile keşfedebilir. Danışman - öğrenci arasındaki işbirliğinin önemi akademi için yadsınamaz ve görmezden gelinemez. Her iki kesim de "acaba ne öğreneceğim" heyecanıyla tez sürecine yaklaştığında, danışman "çiçeğim açtı" derken, öğrenci ise o çiçekten "yeni tohumlar" saçmaya artık hazırdır. 


Akademisyenin Derinliği

Akademisyenler onca sorumluğun için de kuytu köşede zaman bulup da neden okusun! Zaten gerçekleştirilecek öyle çok sorumluluk var ki ne de olsa o sorumluluklar da "okumak" sayılır. Gibi.. düşüncelere katılmıyorum ve bir akademisyenin düzenli bir şekilde edebi eserleri, felsefi sorgulamaları, teorilerin derinliklerini gerekirse alternatif bir dil daha öğrenerek alanında henüz çevrilmemiş akademik eserleri çevirerek alana katkı sunması gerektiğini düşünüyorum. 

Neden okumalı?

Bireysel dünyası adına; bir öğrencisi hata yaptığında onu herkesin içinde yüksek sesle incitmemesi gerektiğini öğrenmek için, bir başkasını dinlemeden suçlamanın sakıncalarını içselleştirebilmek için okur. İdari kararlardaki usulsüzlükleri sorgulayabilmek, hukukun üstünlüğünü anlayabilmek ve adalet duygusunu geliştirebilmek için okur. Koltuğunun geçici olduğunu; asıl kalıcılığın yetiştirdiği öğrencilerin topluma katkısıyla mümkün olduğunu fark edebilmek için okur. Gücünü kişiler arası ilişki ağlarından değil, kaleminden doğacak düşünsel etkiden almayı öğrenmek için okur. Dikey hiyerarşide astlarının başarılarını küçümsememek, üstlerine körü körüne bağlanmamak, karşısındaki insanı gerçekten dinleyebilmek ve sağlıklı iletişim kurabilmek için okur. 

Akademik dünyası adına; özellikle nitel araştırmalar yapıyorsa, çalışmalarına özgünlük ve derinlik kazandırmak için okur. Değişen, dönüşen dünyaya ayak uydurabilmek ve zihnini güncel tutabilmek için okur. Yeni ders içerikleri tasarlayabilmek ve bu dersleri anlamlı bir biçimde sunabilmek için okur. Öğrencilerine yol gösterecek, ilham verecek kaynakları tanıyabilmek ve tavsiye edebilmek için okur. Okuduklarının ona verdiği ifade gücünden faydalanmak ve derslerini "anlatabilmek" için okur... Okuyanları aşağılamamayı öğrenmek için okur, liyakatsiz bir şekilde kazandığı gücün, uzun vadede onun akademik serüvenini sıradanlaştıracağını fark etmesi için okur... Okur ki bilginin onu sadeleştiren, derinleştiren denizinde bilim için önemli bir aktör olmadığını hatırlamak için okur. Okur ki okur. 

Tüm bu nedenlerle, akademisyenin yalnızca bilgi üretimiyle değil; etik, pedagojik ve toplumsal sorumluluklarıyla da bağ kurarak, her zaman olmasa da düzenli aralıklarla okuması gerektiğine inanmaktayım. 

Akademik Yalnızlık

Çalışmak istediğimiz bilimsel bir konu hakkında hepimiz uzmanlaşmak isteriz. Bunun için proje ya da  makaleye başlamadan önce çevremizde konuyla ilgilenen diğer akademisyenlerle işbirliğinde bulunmayı isteyebiliriz. Bu işbirliğinin amacı hem uzmanlaşmayı derinleştirmek hem de birlikte çalışırken birbirimizden bir şeyler öğrenmektir. Özellikle doktora süreci sona erdikten sonra akademisyen eleştirilmeye ve geliştirilmeye mutlak suretle ihtiyaç duyar. Bence o hâlâ yolun başında sayılır. İşte bu yolun başında olma hali dolayısıyla uzmanlık alanında derinleşmek adına bu derinlikle hemhâl olan diğer akademisyenlerle iletişime geçebilir bu çok doğaldır. Çünkü bilinir ki her bölüm her konuyu aynı stratejide ele almaz, kimisi nitel yöntemlere kimisi nicel yöntemlere ağırlık verirken bazıları konunun tamamen hukuku boyutuyla düşünebilir bazıları ise teorik....

Daha önce hiç tanımadığınız bir akademisyene bir araştırma sorusu kapsamında birlikte çalışabilir miyiz davetinde bulunmanız oldukça garip karşılanabilir. Siz onun çalışma konularını takip ederek uzmanlaşma ve gelişme güdüsündeyken o, doğal olarak sizi tanımadığı için bu gibi tekliflere kapalı olabilir. Üstelik bir akademisyenin üzerinde çalışmakta olduğu yayınlar olduğunu da düşünürsek durduk yere yapılan birlikte çalışma daveti çok cüretkâr görünebilir. Burada temel konu araştırmacının kendi alanında derinleşmek istemesinden doğan bu isteğin akademik usullere pek de uygun olmamasından kaynaklanabilir. Açıkçası, araştırmacının amacı, derinleşme kat eden bir bilim insanının yolundan gitmek istemesidir. Bazen bu yol paylaşıma açık değildir. 

Akademik yalnızlık bireysel çabalarla aşılabilecek bir durumdur; gelecek çalışma plânlarınızdaki kararlılığı hiç tanımadığınız bir uzmana anlatmak, ondan yanıt beklemek, hiç gelmeyen yanıtlarla, kibarca reddedilen yanıtlar arasında bir yerlerde dolaşırsınız. Bu konuda kendinize güveniyorsanız sadece yerel bir konumda kendinizi konumlandırmaksızın global konumdaki akademisyenlere de bir araştırma daveti iletebilirsiniz. Yalnızlığı aşma konusundaki ısrarcı çabalar sonucunda olumlu dönüşler elde etmeniz mümkün olacaktır. 

Bir diğer mesele;

Akademik yalnızlıktan arınmak için çalışma alanlarınızdaki istikrarlı ve bütünsel bir yapının inşa edilmesine yönelik gerekliliktir. Bu davetle karşısına çıktığınız akademisyen size "bu konu hakkında çalışman var mı?" diye sorduğunda ona sunabileceğiniz çalışmalarınız olmalıdır. Böylece hem güven pekiştirilmiş olur hem de o konuyla ciddi anlamda ilgilendiğinizi gösterebilirsiniz. 

Akademik işbirliği neden önemli? Sizin bir konu hakkında etraflıca çalışmanız dolayısıyla göremediğiniz ve gözden kaçırdığınız detaylar olabilir, çalışma arkadaşınız ya da arkadaşlarınızla bu gibi teknik sorumlulukları bertaraf ederek akademik çıktıyı daha verimli hale getirebilirsiniz. 

Özellikle geniş kapsamlı ulusal - uluslararası projelerdeki yoğun rapor yazma sorumluluklarını paylaşarak daha az yorulmuş olursunuz. Üstelik disiplinler arası bir çalışma için işbirliği düşünceniz varsa buradaki görev paylaşımı "uzmanlık alanlarına" duyulan saygıyı da hatırlatmaktadır. Diyelim ki ekonomik bir meseleyi sosyolojik bir bağlamda analiz etmek istiyorsunuz; bu durumda hem sizin hem de sosyoloğun katkısı ile çalışmanın teorik zemini sağlamlaşacaktır. 

Elbette bazen bir çalışmaya gerçek bir yalnızlıkta odaklanmak size iyi de gelebilir....


Zihindeki Laboratuvar

Akademik işlerle haşır neşir olan bir bireyin arkadaşlık ilişkilerinde, kurumlar arası iletişiminde ya da yeni dahil olacağı herhangi bir meslekte ilerleme sürecinde ... aslında bulunduğu her yerde artık zihni bir laboratuvar kurulmuştur. Doktora eğitimini tamamlayan bir araştırmacı, üniversitede akademisyen olma hedefi dışında kalan tüm istihdam imkânlarında iş tanımının ona verdiği yetki ve sınırlılıklar dahilinde orayı bilinçli zihinsel bir araştırma laboratuvarına dönüştürebilir. Nitekim onun zihni; stratejik düşünmeyi alışkanlık haline getirmiş, muhakeme disiplinini güçlendirmiş, eleştirel düşünmeyi idrak etmiş açıkçası sıkı ve sürdürülebilir bir zihin inşasında tarafsız kalabilmeyi ilke edinmiş içsel bir duruşa sahiptir. Bu durumda o, bilişsel sermaye birikimine giden yolu açmayı öğrenmiş biridir. Akademik yolculuğunuzda herhangi bir aşamada zorlanıyorsanız; kısa vadede bu zorlukların ve endişeler, geliştirdiğiniz sürekli çalışma disiplini ile geride kalacak ve uzun vadede yolları açmayı öğrenen uzman, yetişmiş ve ülkemize - dünyaya katkı sunmaya hazır biri olacaksınız. 


İlkeli Olma Hâli

İlkeli bir akademisyen olabilmek için önce hukukun, toplumun sonra kurumların buna izin vermesi gerekmektedir. İlkeli olma hali bir akademisyen için sunulmuş tüm kaynağın bir halka etkisiyle yayılmasını mümkün kılar. Akademisyen, bilgi üretiminde ve paylaşımında toplumsal eşitsizlikleri derinleştirmek yerine, bu eşitsizlikleri görünür kılmak ve azaltmakla sorumludur. Akademik üretimin herkes için erişilebilir olmasını gözetir, ayrımcılığa karşı çıkar ve imtiyazlı söylemleri yeniden üretmez. Kurumsal adaletsizliklerin tüm biçimlerine yönelik bir itiraz içinde olur. Ayrıcalıkları kendi gücünün tekelinde toplamak yerine bunu genç araştırmacılarla paylaşan onların önünü açan bir çabaya tutunur. Aynı zamanda sadece kendi danışmanlığındaki öğrencilerin kazanımlarına odaklanmak yerine dezavantajlı öğrencilerin de fikri ve bilgisel bir perspektifte desteklenmesini gözetir. Kendisinden geriye; kalabalıklar içinde hayatına dokunduğu insanların da bu yolda ilerleyeceğinden emindir dolayısıyla yaşarken genel bir iç huzur hâlindedir. Eğer yaşama çok da dokunamadığını düşünüyorsa sessizce izlediği her alanda bir geri bildirimde bulunarak kamu politikaları ve uzmanlarının bu konulara eğilmesini sağlar. Akademisyen sesliyken ya da sessizken de toplumun nabzını tutmayı ilke edinmelidir. 

İlkeli bir akademisyen, bilginin yalnızca ayrıcalıklı bir uzman çevresinde dolaşmasını değil, toplumun tüm kesimlerinin bilgi üretimine etkin ve anlamlı biçimde katılmasını savunur. Katılımcılığı, hem bir yöntem hem de bir değer olarak benimser. Bu yönüyle araştırma metodolojilerini olabildiğince toplum temelli; uygulamalı modellerle gerçekleştirilmesini öncelikler. Öğrencileriyle olan iletişiminde onları dinleyen pasif alıcılar olarak görmez aksine; bilgi üretiminin paydaşları olarak onların eleştirilerini, soruları ve katkılarını almak ister.  Bilginin halkla paylaşımını akademik bir “lüks” değil, kamusal bir sorumluluk olarak görür. Bu nedenle bilginin sadeleştirilerek yaygın etki yaratması adına çabalar. Akademisyen, akademik üretim sürecinde şu soruların peşine düşer: “Bu bilgi ne işe yarar? Kimin için anlamlıdır? Kimleri görünür kılar, kimleri dışlar?” "Literatüre katkısı nedir?". Yayınlarına ve araştırma sorularına gömülmüş, öğrencilerine her açıdan "mış gibi" yaklaşan akademisyenin biriken entelektüel gelişimi, kapalı kapılar ardında kalmadan herkes için onurlu, güvenli ve anlamlı bir yaşam hakkı için nefes olmalıdır. 


Akademisyenin Tavrı

Akademik süreçlerden geçenler bilir ki akademideki tecrübeli ve duayen bazı hocalarımız sert, çoğu zaman göz teması kurmayan işlerini tertemiz bir disiplinle yürüten bir mizaca sahiptir. Onların dersine geç kalma ihtimali ya da herhangi bir göreve yönelik eksik bir tamamlanma hali karşısında hissedilen "yetersizlik" ... Bu durum, onların aldıkları eğitimin kalitesiyle birlikte gelişen "beklenti"lerine yanıt bulamamaları, tecrübe edindikleri olumsuz deneyimler sonucu oluşturdukları öğrenilmiş olumsuz değer yargıları, yer yer "güven duyamama" gibi psikolojik durumlarla ilişkili olabilir. Ve biz genç akademisyenler ne onların zaman'ına gidebileceğiz ne de onların genç akademisyenleri övüp destekleyeceği günleri göreceğiz.

Açıkça ifade edebilirim ki; yaşı ne olursa olsun genç akademisyenlerin çabalarını takdir edebilen, onların emeklerini gören deneyimli hocalar nasıl anlatmalı; çalışana güven duyabilen, güven odaklı bir yaşamı destekleyen bakış açıları yeni yetişenleri motive etmekte oldukça başarılı. Motive edilen genç akademisyenler, bu sayede daha fazla çalışarak özgün meseleleri ve farklı araştırma yöntemlerini keşfedip alana kazandırma potansiyeline sahip. Sadece bu iki bakış açısı arasındaki derin farkta; bunun biricikliğinden toplumsallığına bakmak istiyorum. Tecrübeli akademisyenlerin, genç akademisyenleri aşağılayıcı tavırları, pasif agresif yaklaşımları genç akademisyenlerin hevesli hallerini baltalayarak alana kazandırılacak yeni yöntemleri ötekileştirmektedir. Bu durumda "başıma bir şey gelir" düşüncesi ile özgün düşüncelerini savunamayan, mücadele gücü elinden alınmış genç akademisyenler boşlukta sallanmakta ve idealistliklerini gün be gün kaybetmektedir. 

Amaç gerçekten "benim dediğim olacak" diyerek bilimi sıradanlaştırmak mı yoksa "birlikte gelişiriz" diyerek literatüre yeni yöntemlerin kazandırılmasında öncü olmak mı? Genç akademisyenlerin yetkinliklerini en olmadık yerlere yönlendirmek mi yoksa onların bilime yönelik bakış açısındaki zenginlikleri topluma kazandırabilmek mi? 







0 comments:

Yorum Gönder